25 Mayıs 2011 Çarşamba

Hurşit Seçkin Vahşı Batı'dan bildiriyor - 7

Bilim gözlemle başlar

Gözlemci kişiliğim malum, arada bir sağıma soluma bakıyorum. Son zamanlarda dikkatimi çeken şeylerden biri, buradaki kimi hastalıkların akılalmaz yaygınlığı. Sadece ayaklara bakmak bile yeter. Biraz detektiflik yapınca her şey gün gibi ortaya çıkıyor.

Mesela, Kabuki takunyalarını andıran pabuçlar giyen bir grup kadın var. Kalça çıkığı olmalı diye düşünüyorum. Böyle kalınca bir taban münasip görülmüş anlaşılan. Fakat ne kadar yerinde bir tedavi bilemiyorum. Bu pabuçlar yürümek için pek uygun değil, ama üzerinde sakince durursanız zararı olmaz herhalde.

Dize kadar uzanan sandaletlerin geniş bandajları ortopedik operasyon geçirenleri hemen ele veriyor. Sayılarının ne kadar fazla olduğunu görseniz hayretler içinde kalırsınız. Fakat belki de şaşmamak lazım. Muhtemelen takunyayı yanlış kullanıp düşenler de, olayın ertesinde bunları giyiyorlar.

Tüylü garip çizmeler ise çok ağrılı ve tedavisi güç bir başka hastalığı gizliyor. Gencecik kızlar gut hastası olmuş, inanılır gibi değil. Bir fille ceylanın aşk evliliğinden doğmuş talihsiz çocuklar gibi kalın bileklerini sürüyerek yürüdüklerini gördükçe gözlerim doluyor. Bu kadar protein tüketilirse olacağı budur tabii. Her şeyin başı beslenme.

Bir de sağ paçasını dizine kadar sıyırıp öyle dolaşanlar var. Adelita, onların bisiklete binenler olabileceğini söyledi. Ama o ne anlar! Sonuçta uzaylı. Ben Huzursuz Bacak Sendromu’ndan şüpheleniyorum.

Haklı olduğum eninde sonunda ortaya çıkacaktır. Her zaman olduğu gibi.

Tıbben sizin,

Hurşit Seçkin

Hurşit Seçkin Vahşı Batı'dan bildiriyor - 7

İnsan olan bunu yapmaz

Herkes gibi benim de etkilendiğim filmler olmuştur. Mesela ‘Hayalet Avcıları’nı çok severim. Üç tutkulu bilim adamının gizemli bir meseleyi çözmeye çalışmalarını anlatan ibret dolu bir hikayedir.

Bu filmde bir sahne vardır ki, bilimsel şüpheciliğin abidesi olabilir neredeyse. Kütüphanede kitapların kule gibi üst üste istiflendiğini farkeden hayalet avcılarından biri şöyle der: “İnsan olan kitapları böyle yığmaz!”

Bir süredir bu sahne hiç aklımdan çıkmıyor. Hep şu Meksikalı temizlikçi yüzünden. Adelita başka her açıdan normal bir insan. Hatta türümüzün iyi örneklerinden biri: çalışkan, güleryüzlü ve sıcakkanlı. Ama işi bitince evdeki eşyaları öyle bir şekilde yerleştiriyor ki, bizim buralardan olmadığından şüpheleniyorum.

Dergileri torbaya doldurup vestiyere ceketlerin yanına astığında ya da okuma lambasını masanın altına sıkıştırmaya çalıştığında sesimi çıkarmadım. Banyo rafındaki sürrealist düzenlemenin lafını bile etmek istemiyorum. Ama sandalyeleri ters çevirip salonun ortasına bırakması beni hala düşündürüyor.

Bu Mayaların İnkaların falan uzaylı olduğu söylenir hep. Bir tür mesaj olabilir mi bu? "Phone home?"

Öyleyse, telefon koridorun sonunda sağda. En azından son gördüğümde öyleydi.

Hayretler içinde sizin,

Hurşit Seçkin

Hurşit Seçkin Vahşı Batı'dan bildiriyor - 6

Ana dilinde konuşma(ma) hakkı

Ana dilini kullanamamak insanı lafazan yapıyor. Lafı gediğine oturtamayınca, sakız gibi uzatıp duruyorsunuz. Hoş bir şey değil tabii.

Ben kısa ve özlü konuşmayı severim. Yazar milletinde bile öncelikle buna bakıyorum. Hemingway iyidir mesela – içmediği zamanlarda. Dickens kötüdür – içse bile. Bir başladı mı durduramazsınız bir türlü. Adama tefrika başına para verirsen olacağı budur.

Fakat burada bambaşka biri oldum. Ne zaman ağzımı açsam, Taksim-Beşiktaş dolmuşundaki kızlar gibi nazlanıyorum: ‘Şoför bey, üst geçidin altında sağda müsait bir yerde inebilir miyim, lütfen?’ “Geçitte!” deyip dolmuştan atlamak varken…

Zaten asabım bozuk. İsmimi bile söyleyemiyorlar. Adam bana ‘horse shit’ diyor yahu!

Anladım ki, ana diliyle beraber sadece konuşma hakkı değil konuşmama hakkı da doğuyormuş insana. Bütün dünya halklarına nasip olsun istiyorum.

Açıkça, mertçe, Türkçe sizin,

Hurşit Seçkin

Hurşit Seçkin Vahşı Batı'dan bildiriyor - 5

Bilim ve İtikat

İlim irfan peşinde Batı’ya geldim. Yalnız biraz fazla gitmişim. Neredeyse Doğu’da sayılırım şimdi. Burası Hintliden, Çinliden, Araptan geçilmiyor.

Herkes kendi itikadınca yaşadığı için, ibadethaneler de çeşit çeşit. Budist Kilisesi bile gördüm. Ne demekse artık? Kendimi lotus pozisyonunda bebek İsalar hayal etmekten alıkoymaya çalışıyorum. Var gücümle.

Müslümanlar yer konusunda rahatlar. Nereyi beğenirlerse orada kılıyorlar namazlarını. Geçen gün çimlerde birine gözüm ilişti. Baktım, kuzey-doğuya dönüp bir güzel secdeye varmış. Hayırdır, dedim kendi kendime, ben görmeyeli teamül mü değişti? Sonra birden uyandım. Dünyanın şekli malum. Anladım ki adam hesabını kitabını yapmış, duasını öyle ediyor. Mekke’ye giden en kısa yoldan.

Uzun lafın kısası, dinimiz ilim irfan dini. Tabiyatım itibarıyla akla saygı duyarım. Burada şöyle diyorlar: RESPECT.

Hürmetle sizin,

Hurşit Seçkin

Hurşit Seçkin Vahşı Batı'dan bildiriyor - 4

Geri Dönüşüm

Her gün yeni bir şey öğreniyorum. İnsanoğlu öğrenen varlıktır. Tarih denen diyalektik sürecin bir parçasıdır. Şaşmamak lazım. Mesela geçen gün bir diş fırçası alayım dedim. Baktım üzerinde yoğurt kaplarına dair bir şeyler yazıyor. Burada her şey aslında başka bir şey olabileceği için tedirginim. Dikkatle okudum, aynen şöyle diyor: “Dün yoğurt kabıydı, bugün bir diş fırçası.”

Medeni memleketin hali başka oluyor tabii. Geri dönüşüm diye bir şey var. Yine de insan bunu okuyunca irkiliyor. Bana rahmetli Nusrettin amcamın mezar taşını hatırlatıyor: “Dün ben de sizin gibiydim, yarın siz de benim gibi olacaksınız.”

Yoğurt kaplarından diş fırçası, eski defterlerden yılbaşı ağacı, ya da ne bileyim plastik şişelerden nükleer santral yapan zihniyet yakında Nusrettin amcamı da geri döndürmeye kalkabilir. Karşıyım. Pis yaşlı bir adamdı. Kimsenin bakmadığını düşündüğü zamanlarda burnunu karıştırırdı.

Demem o ki, diyalektiğin bile bir sınırı var.

Israrla sizin,

Hurşit Seçkin

Hurşit Seçkin Vahşı Batı'dan bildiriyor - 3

“Come on baby, light my fire…”

Bir milleti tanımak istersen çocuklarına bakacaksın demişler. Dememişlerse de ben söylüyorum şimdi.

Burada çocuklar pek uslu, pek düzgün, pek mülayim. Ne zaman sokakta görsem, annelerinin ya da öğretmenlerinin peşinden minik adımlarla ilerliyorlar. Hepsi küçük ördekler gibi maaşallah. Sırayı bozan yok. Nizami çocuk bunlar.

Nerede ağlayan, bağıran, arıza çıkaran bir velet varsa, bir de bakıyorum ki bizimkilerden biri. Ya Türk, ya İranlı, ya Arap – ya da ne bileyim, en fazla Meksikalı falan. Bunlar kendi aralarında sözleşmiş gibi, hiç durmadan koşturuyor, ter ter tepiniyor, işler istedikleri gibi gitmezse yanaklarını şişirip tiz çığlıklar atıyorlar.

Makus kaderimizi tersine çevirecek şey bu olabilir mi? Belki de müthiş bir fırsat var önümüzde. Üçüncü Dünya çocuk kaynıyor. Bunların her birini koşturarak elde edeceğimiz enerji miktarını düşünebiliyor musunuz? Uranyum yanında halt etmiş. Sizi bilmem ama ben orta ölçekte bir kasabanın günlük elektrik ihtiyacını tekbaşına karşılayabilecek Türk çocukları tanıyorum.

Bugünün küçükleri, geleceğin ışığıdır. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak istiyorsak genç nesilleri iyi değerlendirmeliyiz.

Her zaman yeni fikirlerle sizin,

Hurşit Seçkin

Hurşit Seçkin Vahşı Batı'dan bildiriyor - 2

Süperlatifler

Buraya alıştım aslında. Yine de ara sıra yabancılık çektiğim meseleler oluyor. Mesela karşı cinsle yakın ilişkiler.

Aslında kadınlar çok pozitif. Her şeye pek bir bayılıyorlar. Hep bir heyecan, bir sevinç, bir neşe. Onun için onlara ‘karşı cins’ demeye dilim varmıyor. Böyle deyince daha başından arıza çıkacakmış gibi duruyor sanki. Gizemli bir yumuşaklık çağrıştırdığı için ‘cins-i latif’ tabiri de uygun düşmez. Gayet gürültücü ve açıksözlüler çünkü. En mutlu, en müthiş, en harika hissedenler onlar olduğuna göre, bu hanımlara 'süperlatif' demek daha doğru olur bence.

Geçenlerde biriyle oturuyoruz. ‘Nasılsınız?’ dedim. ‘Mükemmel’ dedi. Oysa yakından bakınca pek de öyle görünmüyordu. Boyası dökülmüş bar sandalyelerini işaret ederek ‘Burayı seviyor musunuz?’ dedim. ‘Ah, harika!’ diye cevap verdi. Bu parça tesirli sıfatlara bir son vermek gerekiyordu. Ciddi bir ifade takınarak bilimsel düşünceye inandığımı ve fizik gibi müspet ilimlerle yakından ilgilendiğimi söyledim ona. Bunun üzerine ellerini çırparak şöyle dedi:
“I luuuuuuuv energy!”

Yeniliklere açık olmadığımdan değil ama.... Bilemiyorum, bir sene buralarda hayat nasıl geçer.

Çaresizce sizin,

Hurşit Seçkin